
İTANBUL-BHA
İnsanlık tarihi boyunca, gökyüzüne bakarak anlam arayan insanoğlu, varoluşun derin köklerini sorgulamış ve bir Yaratıcıya inanma ihtiyacı hissetmiştir. Güneşin doğuşundan, mevsimlerin dönüşüne, insan ruhunun karanlıklarından çıkan ışığa dek her an, insanın Yaratıcı ile olan bağını güçlendirmiştir. Dinler, bu arayışın bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve insana ahlaki değerler, toplumsal düzen ve manevi huzur sunmayı amaçlamıştır. Ancak, insanoğlu bu derinliği her zaman kavrayabilmiş midir?
Bir Yaratıcıdan bahsediyorsak, elbette ki O’nun insanlardan belirli beklentileri vardır. Bu beklentiler, yalnızca ibadet etmek ya da ritüellere uymakla sınırlı değildir. İnsanlar adaletli olmalı, iyiliği yaymalı ve başkalarına zarar vermekten sakınmalıdır. Öyle ki, kutsal metinlerde de sıkça vurgulanan bu değerler, sadece bireysel bir içsel yolculuğun değil, toplumlar arası bir anlayışın ve uyumun da temel taşlarını oluşturur. Nitekim Nahl Suresi’nin 90. ayetinde buyurulduğu gibi:
“Allah, adaleti, iyiliği ve akrabaya yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalığı ve azgınlığı yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”
Bu emirler, insanın hem bireysel hem de toplumsal düzeyde yaratıcıdan gelen sorumluluklarını hatırlatır.
Dünyadaki savaşlar ve çatışmalar, görünürde dinlerin farklılıklarından kaynaklanıyor gibi görünse de, aslında altında daha derin sebepler yatar: Güç, iktidar hırsı, ekonomik çıkarlar ve tarihsel çekişmeler. Dinler, barışın ve uyumun simgesi olarak karşımıza çıkarken, maalesef çoğu zaman yanlış anlaşılıp siyasallaştırılmış ve çatışmaların merkezine oturtulmuştur. Dinler, insanları birleştirmek yerine böldüğünde, burada asıl sorunun insanların Yaratıcıyı doğru anlamamış olmalarından kaynaklandığını görmek zor değil.
Dinlerin özü, barış ve sevgiye dayanır. Kur’an-ı Kerim’de Bakara Suresi’nin 208. ayetinde şöyle buyruluyor:
“Ey iman edenler! Hep birden barışa girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır.”
Bu ayette de açıkça görüldüğü üzere, insanlar birbirlerine zarar vermek yerine barışı seçmeli, adımlarını sevgi ve hoşgörü ile atmalıdır. Bu bağlamda, asıl mesele farklı dinlerin varlığı değil, bu dinlerin özündeki mesajın doğru anlaşılmamasıdır. Yaratıcı, insanoğlundan barışı ve iyiliği benimsemesini beklerken, insanlar kendi egoları ve önyargılarıyla bu mesajları gölgede bırakabiliyorlar.
Bir Yaratıcı varsa, ki insanoğlu bin yıllardır bu düşüncenin izini sürüyor, O’nun asıl istediği nedir? İnsanoğlu, kendisine verilen bu dünyada, adalet, iyilik ve merhametle hareket etmeli. Doğaya, diğer insanlara ve kendisine karşı dürüst olmalı. Tüm dinler, insanlara bir şekilde bu değerleri öğretmeye çalışır. Ancak, insanlar bu mesajları kimi zaman kendi çıkarlarına göre yorumlayarak, asıl anlamını gözden kaçırabiliyorlar.
İnsanlar neleri gözden kaçırıyor diye sorarsanız, cevabım basit: Birbirini anlama çabası. İnsanlar, yaratıcıyı ve birbirlerini anlamaya çalışırken, çoğu zaman sadece kendi doğrularını kabul eder hale geliyorlar. Farklı inançlara, kültürlere ve yaşam tarzlarına karşı duyulan önyargı, gerçek anlamda bir birlikteliğin ve barışın önündeki en büyük engellerden biri. Oysa Yaratıcı, insanoğluna hoşgörüyü, anlayışı ve paylaşımı öğretmek ister. İnsanoğlu, bu değerlere odaklanmadığı sürece, savaşlar, çatışmalar ve huzursuzluklar devam edecektir.
Bu noktada durup düşünmeli insan. Gerçekten ne için savaşıyoruz? Hangi değerleri savunuyoruz? Hangi inancı ya da ideolojiyi benimsiyor olursak olalım, insan olarak hepimizin özünde sevgi, adalet ve merhamet yatmıyor mu? Dünyayı daha yaşanılır kılmak, sadece kendi inancımızı savunmaktan ibaret değil, başkalarının inançlarına da saygı duymakla mümkün olabilir. Çünkü Yaratıcı, insanları farklı kılmış ve onlara özgür iradeyi bahşetmiştir. Öyleyse, birbirimizi anlamadan, bir yaratıcıyı tam anlamıyla nasıl anlayabiliriz?
Sevgili okurlarım, her insanın içinde bir ışık yanar. Bu ışık, bazen söner gibi olur, bazen alevlenir. Ama her daim oradadır. Bu ışığı canlı tutmak, insanoğlunun en büyük sınavıdır. Çünkü o ışık, bize Yaratıcıdan gelen bir emanet gibidir. Eğer birbirimize sevgiyle, hoşgörüyle ve anlayışla yaklaşmayı başarabilirsek, o zaman Yaratıcıyı gerçekten anlamış ve O’nun bizden beklediği yolda ilerlemiş oluruz.
Ve unutmayın: Hayat, sevgiyle, hoşgörüyle ve adaletle daha anlamlıdır. Yaratıcının yolu, bizim yüreğimizde başlar. O yüreği ne kadar temiz tutarsak, dünyayı da o kadar güzelleştiririz.
Bu yazıyla birlikte kalemimi sizlerle buluşturdum. Dilerim, gönlünüzde bir ışık yaktım ve hayal dünyanıza bir köprü kurabildim. Edebiyatın büyüsüyle bu köprüyü daha da sağlamlaştırarak, dünyaya güzellik katmaya devam edelim. Çünkü ben, yazdıkça ruhumda özgürlüğü ve mutluluğu buluyorum. Bu mutluluğu da sizlerle paylaşmaktan büyük onur duyuyorum.
Kalın sağlıcakla ve ışığınız hep yanınızda olsun.