İstanbul Bilgi Üniversitesi Travma ve Afet Çalışmaları Uygulamalı Ruh Sağlığı Yüksek Lisans Programı ve Travma ve Afet Ruh Sağlığı Çalışmaları Derneği (TARDE), 4 – 5 Ekim tarihlerinde, ‘Türkiye’nin Depreminde 20. Yıl: Bellek Yapılanma ve Gelecek’ başlıklı bir sempozyum düzenliyor. Özellikle son 5,8’lik İstanbul depreminin ardından gündemden düşmeyen deprem konusu, uzman isimler tarafından masaya yatırılıyor.
Depremin bir süreliğine gündemde kalmasının önemli olmayacağını belirten uzmanlar, bu konuda alınabilecek önemler hakkında bilgiler veriyor. Uzmanlar, olası bir depremden sonra yaşanacak hayatta kalma mücadelesinin de iyi yönetilmesi gerektiğini söylüyor.
20’NCİ YILINDA 1999 DEPREMİ
Program hakkında konuşan İstanbul Bilgi Üniversitesi Travma ve Afet Çalışmaları Uygulamalı Ruh Sağlığı Yüksek Lisans Program Direktörü Prof. Dr. A. Tamer Aker, “20 yıl uzun bir süre ancak konu deprem olunca bu sürenin uzunluğu çok önemli değil. Bizim için önemli olan sürekli olarak anmak, hatırlamak ve bellekleri taze tutmak. O yüzden 1999 depreminin 20’nci yılında da böyle bir program düzenledik. Amaç, depremle ilgili bilgilerimizi tekrar gözden geçirmek, hazırlıklı olmak ve bir şekilde de bu değişiklikleri kalıcı hale getirebilmek” dedi.
BİNALAR DAHA ÖNCE KONTROL EDİLEBİLİRDİ
5,8’lik depremin, önemli ölçüde insanları uyardığı ve belirgin bir korku yarattığı için her yerde gündem olduğunu belirten Prof. Dr. Aker, “Keşke bu konu deprem öncesinde az ya da çok gündemde olabilseydi. Korku insan davranışını şekillendirir. Tabi ki aynı etkinin olmasını beklemiyordum ama en azından bazı değişiklikleri önceden yapabilirdik. Örneğin bugün haberlere baktığımızda bazı okul ve fakülte binalarında önemli değişiklikler görüyoruz. Bunu tetikleyen de 5,8’lik depremin yarattığı korku etkisinin, yöneticiler üzerinde kurduğu baskı. Ama bu daha önce de gerçekleştirilebilirdi. Sonuçta bu durum yöneticisinden sokaktaki vatandaşına kadar herkesi etkiliyor. Bir fay hattı üzerinde yaşadığımız için bu bilinçle, en azından bir miktar daha depreme hazırlanarak yaşayabiliriz” diye konuştu.
Bu konuda yapılabilecek çalışmalara da örnek veren Prof. Dr. Aker, “Binalarda var olan bu riskleri biliyorsak onları elden geçirelim. Ev içerisinde bu konuyu gündeme getirelim, aile içinde bir planlama yapalım. Yani amacımız aslında depremin ya da o beklentinin yarattığı çaresizliğe karşı ‘Ben bu konuya hakimim, mücadele edebilirim’ hissini yaratmak” dedi.
“KÜLTÜR DEĞİŞİKLİĞİ YARATMALIYIZ”
Her yaştan insanın, olası bir depreme karşı, doğru önlem alabilmesi için deprem hakkında bir kültür değişikliği yaratmak gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Aker, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“17 Ağustos’u yaşamış bir kuşak var. Bir de 17 Ağustos’u duymuş, bebekliğinde, çocukluğunda yaşamış bir başka kuşak var. Benim temel kaygılarımdan biri, bu kuşakların arasında ciddi bir fark olup olmadığıydı. Ama şunu öğrendim ki, gençler de bu konuda oldukça duyarlı ve farkında. Evet, yaşamak başka bir deneyim veriyor ama galiba gençlere aktarmak da onların da deneyimini şekillendiriyor. Buradaki önemli olan durum, çaresizlik hissini dayatmadan kuşaklar arasında böyle bir iletişim ve depreme hazırlıklı olabilecek bir kültür değişikliği yaratmak. Eğer okullarda, evde, toplantılarda bunu paylaşabilirsek önemli bir değişim ve dönüşüm yaşarız” diye konuştu.
“Gençler, depremi çok canlı bir şekilde yaşamamalarına rağmen, depremin bilincindeler” diyen Prof. Dr. Aker, “Onun tedirginliğini yaşıyorlar. Ve onlara iyi bir aktarım yapılırsa bu bilinci sürekli hale getirmek mümkün. O zaman 5,8’lik depremin yarattığı korkunun esiri olmaktansa daha süregelen, depreme ilişkin bir kültür değişikliği oluşturabiliriz” dedi.
4 farklı program için bir araya gelen uzmanlar, sempozyumun ikinci gününde ise çeşitli atölyeler düzenleyecek.