
Türkiye’nin hukuk sistemini hedef alarak kaleme alınan 19 imzalı bildiri, ne yazık ki sadece içeriğiyle değil, altına imza atanların geçmişi ve savundukları isimlerle de tartışma konusu olmuştur. Bildiri metni, sözüm ona “hukuk devleti” hassasiyetiyle yazılmış gibi sunulsa da, arka planında siyasi hesaplaşma, ideolojik rövanş ve toplumu maniple etme çabası açıkça görünmektedir.
Bu bildirinin imzacıları, yalnızca adalet sistemini değil, milletin vicdanını da istismar etmektedir. Yolsuzluk soruşturması neticesinde cezaevine konulan Ekrem İmamoğlu’na arka çıkan bu isimler, açıkça hırsızlığı, usulsüzlüğü, görevi kötüye kullanmayı savunur pozisyona düşmüştür. Mahkeme kararlarını yok sayıp, suçun içeriğini tartışmaksızın İmamoğlu’nu “siyasi mahkûm” ilan eden bir metin, adaletten değil, siyasi fırsatçılıktan beslenir.
Şimdi soruyoruz:
Hırsızlık iddiası neticesinde tutuklanmış bir belediye başkanını bu kadar sahiplenen insanlar, gerçekten hukukun üstünlüğünü mü savunuyor?
Yoksa kendi siyasi ajandalarını aklamak için “hukuk” kelimesini sadece bir kılıf olarak mı kullanıyorlar?
İmzacılar arasında yer alan bazı isimlerin geçmişte FETÖ ile dirsek temasında olması, bu bildirinin ciddiyetini daha baştan gölgelemektedir. Ayrıca FETÖ'ye yıllarca zemin hazırlamış bir figürün “yargı siyasallaştı” demesi, halkın aklıyla alay etmektir.
Bu bildirinin altına imza atanlara bir hatırlatma yapmakta fayda var:
Yargıya güven, yargı kararlarını hiçe sayarak, mahkemeleri itibarsızlaştırarak, ceza almış kişileri kahramanlaştırarak değil; hukuka saygı göstererek yeniden inşa edilir. Aksi hâlde siz değil, savunduğunuz “hukuk” iflas eder.
Sonuç olarak bu metin, halkın gözünde hukuk çağrısı değil, suçluları aklama ve geçmişin karanlık yapılarıyla el sıkışma girişimidir. Gerçek adaleti savunmak, suçluyla saf tutmakla değil, milletin vicdanında karşılığı olan ilkelere sahip çıkmakla mümkündür.